3 Ağustos 2013 Cumartesi

Haydi Bana Misafir Olun....

     

   

       Sevgili Dostlar; aylaardır buralara hiç uğramadım.. Bu sürenin büyük bölümünde paylaşım yapmak şöyle dursun, takip listemdeki bloglara dahi bakamadığımı fark ediyorum... Hem iş, hem de kalan zamanda birbirinden farklı uğraşlar olunca, bu durum kaçınılmaz oldu.. Bunlardan biri, fotoğrafçılık.. Bu süre zarfında iki kursa gittim ve neredeyse iki buçuk kilo ağırlığında bir makine edindim.. :) Bununla ilgili yapıp-ettiklerimi belki ilerde paylaşırım yine sizlerle..
        Ama bugün sizi, diğer uğraşımla tanıştırmak istiyorum.. Bir iki post önce, öylesine yapıverdiğim ve dostlara hediye ettiğim taçlardan bahsetmişim.. İşte onların devamı özel isteklerle öyle bir geldi ki, bir anda kendimi, onlarca farklı insana ve neredeyse Türkiye'nin her köşesine bu sevimli şeyleri gönderirken buldum..
Bu el emeği küçük şeylerle uğraşmak, onlara hobi olarak vakit ayırmak,yeni bişeyler ortaya çıkarmak zaten yeterince iyileştirici ve mutluluk vericiyken; bir de bunları benden çook uzak yerlerde yaşayan insanlara ulaştırmak, onların mutluluğunu süsleyecek birşeyler gönderiyor olmak inanın çok farklı bi hismiş..Şırnak'tan hiç tanımadığım birinden, teşekkür notu geliyor mesela..  Hala, şaşkınlık verici buluyorum..

İşte bütün bunların olup bittiği sayfama sizi de davet etmek istedim bugün... Benim küçük mutluluklarıma göz atmak ister misiniz?  O zaman buyurun... :)




23 Mart 2013 Cumartesi

Size Küçük Bir Fikir...

Bunu yapalı epey zaman oldu aslında ama, ancak paylaşabildim dostlar...
Bunlar benim bir yılı aşkın bir süredir, gözüm gibi baktığım kurumuş güllerim... Öğrencilerin değişik kutlamalar vesilesiyle getirdikler güllerin de hiçbirini atmam, kuruturum ama; bunlar ayrıca değerliydi benim için...  Beyaz ve pembe ebruli renkleri olan kocaman kocaman güllerdi bunlar.. Çok uzuuun süre kendi vazosunun içinde saplarıyla birlikte durmuşlardı. Daha derli toplu daha cici dursunlar istedim, ve  -neyden kalma olduğunu bilmediğim- küçük bir karton kutuyu yaldızlı yapışkan ruloyla kaplayarak içine bir tabaka sünger yerleştirdim.. Sonra da silikon tabancası marifetiyle, güllerimi tek tek süngere sabitledim.. Azıcık ta kurdelayla süsledim miii çok güzel göründüler...Duvara da asılabilir, hiçbiri düşmüyor ve çok da hoş görünüyor. Ama ben arkadaşımın getirdiği resim çerçevesi, ve benim "zemzem takımının fincanlarından yaptığım mumluklarla" aynı yere yakıştırdım onları... O yüzden sehpanın üzerinde duruyorlar..    
Sizin de , kuruttuğunuz değerli gülleriniz vardır muhakkak.. Küçük bir fikir olsun... Yapması çok kolay..




Malzemeleri de fotoğrafllamalıydım diye düşündüğüm an, güller çoktan yerlerini almışlardı.. Hep acele ediyorum, sonradan aklıma geliyor.  O yüzden kutuyu ve yapım aşamalarını burda göremiyorsunuz maalesef..  Ama siz nasıl bişey olduğunu anladınız nasılsa...

Sevgiler...  İyi geceler...

21 Mart 2013 Perşembe

Dikiş Makinem Bozuldu Ama Benim...




Canım makinem, tıkır mıkır, tıkır mıkır dikerken; önce biraz sesi değişti... Sonra bir yanık kokusu yayıldı.. (balata kokusu olur ya hani... ) Sonra... Sonra Durdu !!! Bi daha da çalışmadı... :((

Ama ben suçluyum.. Daha o yanık kokusunu duyduğumda bir gariplik olduğunu anlamama rağmen durdum mu? Durmadım...Oh olsun bana.. Aldığımdan beri de hiç yağlamamıştım zaten zavallıyı, motoru yakmışız... Doktoru öyle dedi..

Halbuki, çok işim vaar.. Resimde gördüğünüz şu minik kalpli lavanta keseleri beni bekliyorlar dikilmek  için..

Bu gördükleriniz, çok önceleri deneme amaçlı dikilmiş olup yaklaşık 10 tanesi geçen kandilde, geceyi anlamlı geçirmek için evime davet edip misafir ettiğim arkadaşlarıma hediye edildiler..Geri kalanlar da, canım çiçeğimin saksısına iliştirilerek poz vermişlerdi daha sonra..( Çok ta yakışmışlar oraya di mi.. )

Bir hafta kadar önce de, şehir dışından bir arkadaşım aynılarından çok sayıda sipariş verdi... O da Kutlu Doğum vesilesiyle tanıdıklarına hediye edecekmiş.. Tam o iş üzerindeydim, mini mini kalpler dikmekteydim ki pes etti makinem...

Şimdi doktorda, organ nakli bekliyor... Doktoru, çok tecrübeli, yaşlı mı yaşlı, tonton bir amca.. Hatta tonton bir "dede" diyeyim..Rahmetli dedemle arkadaş bile çıktılar sohbet ederken, o derece yani.. Çatalca'da onu bulduğuma çok şükrettim ama; çünkü servis, buraya gelmeleri için bir kaç hafta beklemem gerektiğini söylemişti.. İyi olacak inşallah...

Makineme üzüldüm ama, onun sebebine, Ziya Dede ile tanışmak varmış.. Mutlu oldum.. Görünce çok şaşırmıştım..Küçücük bir dükkanda, önünde içini dışına döktüğü eski bir makine, elinde küçücük küçücük aletlerle ağır ağır hareket ederek uğraşıp duruyordu.  O yaşta, hafif bükülmüş beli, gözünde gözlükleriyle hala o ince işi yapıyor olması  bir sürü his yaşattı, hepsi de birbirinden farklı... Onun için ayrı bir post yazarım belki. Fotoğrafını çekmeme izin verirse...

Hmm, fotoğrafçılık maceramı henüz bilmiyorsunuz siz değil mi.. Onu da yazarım.. Ama bir sonraki yazıya...



14 Mart 2013 Perşembe

Lohusa Taçlarım...

      Arkadaşım Mehtap'a doğumdan önce, el yapımı küçük bir hediye vermek istemiş,  bir deneyeyim demiştim.. Oldu.. Hem, güzel de oldu...

      Hediye ettiğimde, yüzündeki mutluluğu görmek ayrı bir zevkti zaten ama, yapması bile çok zevkli bunları.... Mehtap için yaptığım kırmızıydı.. (O zaman fotoğrafını çekmeyi unutmuşum) Ondan sonra bunları da yapmıştım.. Birkaç tane özel istekte bulunan arkadaşım bile oldu  onunkini görünce. Ama nedense ille de kırmızı istiyorlar.  İsteklerden birisi yapılıp teslim edildi, diğeri daha yapılacak. (Yoğunluktan fırsat bulduğum ilk anda yapacağım inşallah) Bu farklı renkte olanlar da evimde seyirlik duruyorlar şimdilik...



 

8 Mart 2013 Cuma

BOL TARÇINLI BİR SALEP MOLASI...






Yazıcam, yazıcam...

Bunca zaman yaptıklarımı, yapamadıklarımı... Hepsini yazıcam hanımlar.. Ama bu gece değil..

Çok yoğun bir iki haftanın sonunda, bir boşluk buldum, onu da; aldığım ama okuyamadığım kitapları karşıma dizerek -olur ya hemen okuma şevkim gelir falan-, bir de sıcacık salep içerek geçireyim istedim... Salebi  içtim içmesine de, hazır fırsat bulmuşken, okumaya başladın mı kitapları derseniz; maalesef  HAYIIIIRR ... Bolca tembellik yaptım gece boyu...Ama ihtiyacım varmış, çok iyi geldi...

Aslında neredeyse her gün 5-10 dk. da olsa izliyorum hepinizi.. Takipteyim.. Ama bu post yazma işi çok uzun sürüyor.. Birikenlerin hepsini yazmak çok gözümde büyüdü şimdi. Onun için, bu saatte uğraşamadım hepsiyle ama, bu kadarcık olsun selam vermeden, bir de canınızı çektirmeden de gitmeyeyim dedim... :)

Evde olanlar... Hadi hemen mutfağa... :)

15 Şubat 2013 Cuma

İnsanlar ölse de, ilişki hayatta kalır...



............ Mustafa Ulusoy'un 1 Şubat tarihli Zaman Gazetesi'ndeki yazısı............



İnsanlar ölse de, ilişki hayatta kalır...

Hayatın ücra bir köşesine sürülmüş  gibiyim, diyor. Şimdiye kadarki ömrü, semada çakıp sönüveren bir şimşek misali, varla yok arasında, bir anın içine sıkışmışçasına, zamanın burgaçları arasında inliyor.
Küçük güçsüz bir çayır hayvanın üstüne çullanan bir şahin gibi ölüm, babasını kapıp kaçmış.
“Sanki bir iş seyahatine gitti de bir sabah ben uykudayken kapıyı çalacak ve içeri girecek, diye bekledim üç ay. Evin kapısından birçok kişi girdi çıktı bu üç ay, bir babam tıklatmadı o kapıyı.”
Nice zaman kabullenemediği bu kayıp, artık bilincine iyice işlemiş. Onun geri dönmeyeceğini tamamen kabullendiğinde ise hayatla arasında görünmez ve aşılmaz bir duvar belirmiş.
“Hayatım çöküverdi üstüme, havasızlıktan boğulmak üzereyim.” diyor ağlamaklı.
“Orta direği kırılınca gevşek kıvrımlarla çöküveren bir çadır gibi mi?” diyorum.
Belli belirsiz başını sallıyor. El çantasını açıp içindekileri karıştırarak bir mendil çıkarıyor. Düşünceli... Konuşacaklarını tartıyor olmalı.
“Sanki dünyada tüm yaşam solmuş gibi geliyor ruhuma. Sonra da çevreme bakıyorum, insanların hayatlarına devam ettiğini görüp şaşırıyorum. Nasıl böyle gülüp eğleniyorlar, anlamıyorum.”
“Dün ne yaptın?” diye soruyorum pattadak.
Yüzüne genişçe bir tebessüm yayılıyor birden. “Dün çok hoş bir şey oldu.”
Korkulu bir rüyadan uyanıp da annesinin kollarında sükunet bulan bir çocuk gibi, ona rahatlık verdiği anlaşılan şeyi anlatmaya koyuluyor: “Akşam işten dönerken markete uğramıştım. Alışverişi yapıp kapıdan tam çıktım ki, yaşlı bir amca gördüm, ellerinde poşetler, marketin merdivenlerini zar zor iniyordu. İçim acıdı haline. Hemen yanına vardım. ‘Amcacım size yardım edeyim’ dedim. Evi beş yüz metre ilerdeymiş. Karısıyla yaşıyormuş. Hem yürüdük, hem sohbet ettik. Çocukları çok ilgisizmiş. İkisini de bir başlarına bırakmışlar. Öyle içim acıdı ki.”
“Ne güzel bir şey yapmışsın.”
“O an babamın yüzü hayalime geldi. Bana, sık sık yardıma muhtaç birini gördüğünde, yardım et, diye öğütlerdi. Ben de eve bir yarım saat geç gideyim, ne olur ki diye düşündüm.”
Babasının ölümünden sonra, “Yanımda olsaydı” cümlesini ağzından düşürmemişti. Babam olsaydı yanımda yine bana destek olsaydı, babam yanımda olsaydı yine bana akıl verseydi, babam olsaydı ona dertlerimi anlatsaydım.
Soluğumu tutmuş pürdikkat  dinlediğimi, o susunca fark ediyorum. Anlattıklarından benim çıkardığım hisseyi o da çıkardı mı ki? Hayatla arasına koyduğu engelleri yerinden söküp büyük bir pencere açıp hayatın tatlı esintisini yüreğine doldurabilecek mi?
“Sonra?”
“Sonra amcanın evine kadar gittik birlikte. Poşetleri apartmanın kapısına kadar taşıdım. Yol boyu bana dua etti. Ondan ayrıldıktan sonra içime büyük bir ferahlık geldi.”
“Görüyorsun, bir insan öbür dünyaya gittiğinde sevdiklerine verdiklerini  de alıp yanında götürmüyor.”
Bakışlarıyla “Yani?” diye soruyor.
“Yani, iki insan arasındaki ilişki, taraflarca içselleştirilir. İlişkinin fotoğrafını çekip saklamak gibi düşün bunu. Baban ölüp öbür dünyaya gitti ama ona dair temsiller, anılar, ondan öğrendiklerin, onun sana verdiği tüm güzel hasletler sende saklı duruyor hâlâ, onları kendiyle götürmedi. Senin içinde varlığını devam ettiriyorlar.”
Bu kez o sessizliğe sığınıyor.
“Bu yaşlı amcaya yardım edip etmeme kararı verirken baban bir nevi yanındaydı. Nasıl? Sana muhtaçlara yardım etmeyi öğütlemiş. Onun bu öğüdü sende yer etmişti. Yeri ve zamanı gelince harekete geçip sana rehberlik yaptı. Hayatın boyunca muhtemelen buna benzer binlerce kere babanın rehberliğinden faydalanacaksın. İnsanın sevdiği biri ölebilir ama onunla ilişkisi ölmez, devam eder. Bize rehberlik eden de kurduğumuz ilişkidir aslında.”
Bakışlarıyla onaylıyor söylediklerimi.
“Bu yaşlı amcanın çocukları varmış ama o sırada ona yardım eden onlar değil sendin. Bu da ilginç değil mi?”
“Evet, bunu ben de düşünmedim değil. Göstermeye çalıştığınız şey, Allah babamı yanına almış olsa da ihtiyaç duyduğum yardımı başkalarıyla sağlayabilir.”
“Evet, O varsa her şey var, cümlesine bayılırım.”
“O ihtiyar amca da, O her şeye bedeldir, demişti dün.”

      Rahmet'e giden anneciğimin, dualarından mahrum kalmışlığımın hüznünü, burukluğunu, çokça hissettiğim, çokça özlediğim bir zamana denk geldi okuyuşum... Ferahlık verdi... 
    Rabbim anneciğimle beraber hepimizin ebediyetteki yakınlarına rahmetiyle muamele etsin..  Yaptığımız her bir hayır hasenat ve ibadetin sevaplarını, misliyle, bizi terbiye edip yetiştiren anne ve babalarımıza da versin...


11 Ocak 2013 Cuma

Sandık Boyama...

Daha önce salonumda yaptığım değişikliklerle ilgili bir post yayınlamıştım. ( Çok da güzel yorumlar aldım, herkese teşekkürler..) Bu da onun küçük bir parçası.. Sandık Boyama.. :)

Önce söz konusu obje nedir, eski hali ne idi ona bakalım.. Fotoğrafları, büyük bir fotoğraftan kesit alıp büyüttüğüm için kötüler, kusura bakmayın...


Malzemelerimiz;

  • Yukarıda gördüğünüz, Anneciğimiz'den kalma (onun da gençliğinden) eski,yıpranmış ama değerli, kıymetli, hatıra dolu çeyiz sandığı.. ( kendileri hala çeyizle doludur; ve hem içi hem üzeri iş gördüğünden, ayrıca diğer eşyalar gibi anne hatırası olduğundan gözden çıkarılamamış, bu hale sokulmuştur..)
  • Maskeleme bandı..
  • rulo, fırça vs.
  • ve baş kahraman Polisan X1 Anti Aging  beyaz boya...Kapı Boyası diye yazıyor kutuda..  Bunu soran arkadaşlar olmuştu, boyanın resmini yayınlarım demiştim.. Boyayı, fotoğrafını çekmek üzere saklandığı yerden çıkarınca "ooouuu.." dedim çünkü - o kadar temiz çalışmışım ki- boyanın etiketi-metiketi kalmamış.. 

Kutunun üzerinde, boyayla volkanik desenler oluşturduğum kısmın tam altında kocaman kırmızı bir X1 yazısı var arkadaşlar.. Arkasını da çektim, siz tipinden tanıyın artık.:) ..


Daha küçük kutuları var mı bilmiyorum, ben tüm sandalyeleri, masanın ayaklarını ve sandığı,  suyla inceltmeden 4 kat boyadığım halde, hala yarısı duruyor.. Kalan yarısı dursun bakalım, beklediği birşey vardır.. Tutup evdeki kapıları da boyamaya karar vermem işten bile değil şu sıralar... 

Boyayı tanıdık, sandığa dönelim mi.. Bismillah deyip işe başlayalım..

Öncelikle sandığımızı, maskeleme bantlarıyla istediğimiz şekli verecek şekilde kaplıyoruz hanımlar. Sandık koyu renkse, bantlar genellikle beyaz ya da krem olduğundan, en sonunda göreceğimiz görüntünün zıddı bir tablo oluşuyor önce.. ( Ben her zamanki gibi tez canlı davranıp, bir hevesle boyamaya başladığım için, fotoğraf çekmek ancak boya işi bittikten sonra aklıma gelmişti. O yüzden bantların yapıştığı ilk halini göremiyorsunuz. Ama tahmin etmesi zor bir şey de değil zaten..) 

Daha sonra -eğer sandık az da olsa cilalı ise- hafif  bir zımpara yapıyoruz. Burada; zımparayı bantları yapıştırdıktan sonra, -görünen kısımlara- yapmak önemli.. Bantların kapattığı kısım bize parlak lazım çünkü :)

Boyanın bitmiş halini görüyorsunuz. üzerindeki bantların izleri belli oluyor dikkatli bakıldığında..


Boyayı, ruloyla, 3 ya da 4 kat sürdüğümü hatırlıyorum. Kuruma süresi çok uzun değil zaten, ben bir tarafını boyarken, diğer tarafı kuruyordu nerdeyse.. Ama yine de en az yarım saat beklemekte fayda var katların arasında..

İşte şimdi en zevkli kısım..

Bir köşesinden başlayarak, bantları dikkatli bir şekilde (boyayı kaldırmasın kenarlarından) sökmeye başlıyoruz..



Bazı rötuşları sonradan yapacaksınız :) (kulplar gibi..)

Sonuç böyle oluyor..



Vee evinizin istediğiniz köşesinde yerini alıyor.. (kapağına kulplar eklenmedi henüz, güzel sevimli bişey olsun diye o konuyla ilgili çalışmalar devam ediyor..)